Anadolu Rock müziğin en büyük üç ismi kuşkusuz Barış Manço, Cem Karaca ve Erkin Koray. Bu üç büyük sanatçı, eşsiz parçaları, anlattıkları hikâyeler, hayat tarzları, dünya görüşleri ve hepsinden öte sanatçı duruşlarıyla tarihimizde önemli yerler edindiler.
Bugün Gülpembe, Dağlar Dağlar, Tamirci Çırağı, Öyle Bir Geçer Zaman ki, Fesupanallah gibi parçalar, üzerinden uzun yıllar geçse de nesillerin dillerinde varlıklarını sürdürüyor ve keyifle dinlenmeye devam ediyor.
Bu parçaların kalıcı olmasının sebebi, tabii ki taklit değil; özgün olmaları ve bu coğrafyanın izlerini taşımalarının yanında barındırdıkları sözlerdir. Müzikten aldığınız keyfi kısa bir süreliğine kenara bırakıp sözlere kulak kabarttığınızda aslında oldukça derin anlamlar, önemli mesajlar ve insanı etkileyen duyguları yakalıyorsunuz.
Üç büyük sanatçı arasında seçim yapmak oldukça zor olsa da, ilk tercihim her zaman Barış Manço’dur. Birini diğerleriyle kıyaslamıyorum; hepsinin bütün albümlerini, en az bilinen parçalarını bile sayısız kez dinlemiş olmama rağmen Barış Manço’yu bir nebze farklı bir yere konumlandırıyorum.
Nedenini açıklayayım: Barış Manço’nun özgün eserlerinin, üzerinde yaşadığımız coğrafyadan ve halk edebiyatı geleneğinden beslendiği bir gerçek. Hatta edebiyat çevrelerinde Manço için “çağdaş bir halk ozanı” tanımlaması da yapılıyor. Manço, parçalarında hepimiz için en doğal duygular olan aşk, özlem, tutku gibi konulara değinse de sosyal mesajlar vermeyi, öğütler sunmayı, öyküler anlatıp kıssadan hisse çıkarmayı, dinleyeni iyilik, dürüstlük, ahlaklı olmak gibi değerler üzerine düşünmeye yönlendiriyor.
Manço’nun en sevdiğim parçası Halil İbrahim Sofrası. Manço’nun 1983 yılında çıkan, “Estağfurullah… Ne Haddimize!” plağında yer alıyor. Söz ve müziği de Manço’ya ait. Bahsettiğim ifadeleri bu parça üzerinden irdeleyip anlatmak istiyorum.
Önce parçanın sözlerine bakalım:
“İnsanoğlu haddini bilir, kem söz söylemez iken
El âlemin namusuna yan gözle bakmaz iken
Bir sofra kurulmuş ki Halil İbrahim adına
Ortada bir tencere, boş mu, dolu mu bilen yok”
Alışık olduğumuz üzere Manço, parçanın girişinde bir öykü anlatıyor. Sözleri, Türk şiirindeki geleneksel hece ölçüsüyle, 15 heceyle yazdığına dikkatinizi çekerim.
Şöyle devam ediyor:
“Daha çatal, bıçak, kaşık icat edilmemişken
İsmail’e inen koç kurban edilmemişken
Bir kavga başlamış ki nasip kısmet uğruna
Kapağı ver, kulbu al, kurbanı hiç soran yok”
Hayat, mücadeleden ibaret. Tarihin başlangıcından beri öyle. Sonra da şöyle diyor:
“Yıllardır sürüp giden bir pay alma çabası
Topu topu bir dilim kuru ekmek kavgası
Bazen durur bakarım bu ibret tablosuna
Kimi tatlı peşinde, kimininse tuzu yok”
Manço burada insanlar arasındaki eşitsizliği vurguluyor. Cem Karaca’nın Tamirci Çırağı parçasında bu eşitsizlik bir olayın öyküleştirilmesiyle sınıfsal bakış açısıyla anlatılırken, Manço burada öyküleştirmeye devam ediyor.
Parçanın geneli aslında insanlığın temel çelişkilerine ve hayatta kalma mücadelesine atıflar, sembolik ifadeler içeriyor. Ancak sözleri arasında en sevdiğim kısım, sonda yer alıyor:
“Alnı açık, gözü toklar buyursunlar baş köşeye
Kula kulluk edenlerse ömür boyu taş döşeye
Nefsine hâkim olursan kurulursun tahtına
Çalakaşık saldırırsan ne çıkarsa bahtına
Halat gibi bileğiyle, yayla gibi yüreğiyle
Çoluk çocuk geçindirip haram nedir bilmeyenler
Buyurun, siz de buyurun
Buyurun dostlar, buyurun”
Ve devam ediyor:
“Barış der: ‘Her bir yanın altın, gümüş, taş olsa
Dalkavuklar etrafında el pençe divan dursa
Sapa, kulba, kapağa itibar etme dostum
İçi boş tencerenin bu sofrada yeri yok
Sapa, kulba, kapağa itibar etme dostum
İçi boş tencerenin bu sofrada yeri yok
Para, pula, ihtişama aldanıp kanma dostum
İçi boş insanların bu dünyada yeri yok
Para, pula, ihtişama aldanıp kanma dostum
İçi boş insanların bu dünyada yeri yok’ ”
Okuduğumuz bu iki kıtada nice kitaplara, nice söylevlere sığmayacak nasihatler var. Öte yandan, bir insanın olmaması gereken karakter, kula kulluk etmek ve dalkavukluk, duru bir dille eleştiriliyor. Üstelik mala, mülke, varlığın büyüsüne kapılmamak nasihati de insanları düşüncelere sevk ediyor. Bunları söyleyen Manço’nun, Kadıköy Moda’da çok da lüks olmayan bir evde yaşadığını, Moda’nın yeşillikler içinde sakin bir semt olduğunu düşününce sözler daha da anlamlı oluyor.
Tüm bu ifadeleri yan yana koyup parçayı dikkatle dinlerken sözleri de okumak, Manço’nun söylemek istediklerini berrak bir şekilde kavramak, bu sözlerden çıkardığım dersler Halil İbrahim Sofrası’nı en sevdiğim sanatçının en sevdiğim parçası hâline getiriyor.
Yazıyı okuyanlardan isteğim, okumayı bitirdikten sonra parçayı dikkatle dinlemeleri. Sözlerden kendi hayatlarımız ve içinde bulunduğumuz ortamlar hakkında epey ders çıkarmamız işten bile değil.
Sözleri dinleyip kavrayıp hâlâ ihtişam ve dalkavukluk peşinde olmaya devam edecek olanlara ise bir şey demiyorum.
Çünkü “içi boş insanların bu dünyada yeri yok.”
Bir yanıt yazın