“Boğulmamak İçin” Orwell Okumak

Orwell’le 2010 yılında tanıştım. İletişim Fakültesi’nde, Hukukun Temel Kavramları dersine gelen hocamız, henüz ilk derslerde bize “Hayvan Çiftliği”ni önermişti. Hatta önermekle kalmamış, sınavda bu kitaba atıf yapanlara ek puan vereceğini söylemişti.

Öğrenciyken kötü bir huyum vardı. Ödev olarak verilen hiçbir kitap, film ya da başka bir şey ilgimi çekmezdi. Bunları daha sonra görev olarak değil, keyif almak için okur, izlerdim. Sanırım bu yüzden “Hayvan Çiftliği”ni de okumamıştım. Bir internet sitesinden, 1954 yılında, Halide Edip Adıvar’ın çevirisiyle Maarif Vekaleti’nin hazırladığı baskısını satın almaya niyetlensem de satıcı kitabı bulamadığını söyleyip siparişimi iptal etmişti. Daha sonra Can Yayınları’ndan beyaz kapaklı olan kitabı alıp okudum.

Orwell’in ikinci kez okuma listeme girmesi de bir büyüğümün sosyal ve siyasi konularda sohbet ettikten sonra “1984‘ü mutlaka oku” tavsiyesi üzerine olmuştu. Sanıyorum 2011’di. Bursa’da, Osmangazi Bursaray İstasyonu’nun orada, şimdi İpekböceği durağının tam karşısında bir kırtasiye vardı. Oradan almıştım. Uzun zamandır orada ne kitapçı ne de kırtasiye var. Buradan aldığım kitabı biraz gecikmeli olarak, 2015 yılının yaz aylarında, mezun olup gazeteciliğe başladığım zamanlarda okudum.

1984, o dönem zihin dünyama balyoz gibi indi.

Orwell’in ölümünün üzerinden 70 yıl geçtikten sonra, 2021 yılında kitapları telifsiz kalınca Türkiye’de bütün yayınevleri Orwell basmaya başladı. Kimi yayınevleri nitelikli baskıları piyasaya sunduktan sonra Türk okuru için ciddi anlamda “Orwell bolluğu” ortaya çıktı. 1984‘ün çeşitli sebeplerle özellikle 2020’li yıllara doğru popülerleşip, sonra telifin sona ermesiyle her yerden 1984 fışkırmasıyla Türk okuru da, özellikle genç okurlar, “Orwellian” edebiyatla tanıştı.

Bu, benim için güzel bir şey olsa da artık herkes “Hayvan Çiftliği” ya da “1984”‘ü bir şekilde okumuş olduğu için aslında sohbet konularında aktarabileceğimiz fazla bir şey kalmadı. Entelektüel bir sohbetin en korkutucu tarafı, gerçekten fikir sahibi olduğunuz bir konuda artık herkesin bir şekilde fikir sahibi olduğu için sizin de sıradan biri gibi algılanabilecek olmanız.

Neyse, Orwell konumuza dönelim.

İki kitabını o dönem okuduktan sonra, diğer kitaplarını da okuma gereği duyup roman ve denemelerini kütüphaneme kattım. Tabii bir süre sonra favori kitabım artık 1984 değil, ünlü iki kitabından da önce, bu öykülerin “nüvesi” olarak nitelendirilen, Türkçeye “Daralma” ya da “Boğulmamak İçin” olarak çevrilen “Coming Up For Air” oldu. Kitabın ana karakteri George Bowling’de kelimenin tam anlamıyla kendimi buldum. 2017 yılında okuduğum kitap, bir kez daha okunacaklar arasında yer alıyor. İkinci turu tamamladıktan sonra kapsamlı bir inceleme yaparız.

“Hayvan Çiftliği”ne dönelim. Aslında sayfayı açıp klavyenin tuşlarına basmaya başladığımda, Orwell’in nispeten daha rahat okunup algılanabilir kitaplarından “Hayvan Çiftliği” hakkında birkaç şey söylemek niyetindeydim.

Okumayanlar ya da konusu hakkında bilgi sahibi olmayanlar için şöyle özetleyebiliriz: Beylik Çiftlik adında bir yer var. Burada, hayvanlar bir gün çiftliğin yönetimini ele geçirip tamamen eşit bir düzen kurmanın hayalini kuruyorlar. Bir süre sonra bu hayalleri gerçek oluyor. Çiftliğin sahibi olan insanı kovup yönetimi devralıyorlar. Napoleon adlı domuz, liderleri oluyor. Önce kendi marşları, bayrakları, kendi yasaları ile ideal bir düzen kuruyorlar. İnsana ait olan her şeyi dışlayıp tamamen kendilerine özgü bir hayat sürüyorlar. Öyle ki, insanca yaşamanın kötü olduğunu anlatmak için “Dört Ayak İyi, İki Ayak Kötü” söylemini slogan ediniyorlar. Fakat bu devrim de bir süre sonra yozlaşıyor. Eşitlik düzeni bir tür oligarşiye dönüşüyor. Herkesin eşit olduğu bu çiftlikte “bazıları daha eşit” hâle geliyor. Sonunda domuzlar ve insanlar işbirliği içine girip aynı sofrayı paylaşırken Beylik Çiftlik’in diğer hayvanları artık insanların ve domuzların yüzlerini ayırt edemez hâle geliyor.

Orwell, bu kitabı aslında Sovyetler Birliği’nin ikinci lideri Stalin’i eleştirmek için yazmış. Özünde bir Sovyetler eleştirisi olan öykü, temelde tüm otoriter siyasi sistemlerin uygulamalarını anlattığı için, dünyanın farklı yerlerindeki okurların tanıdık şeyler bulabileceği bir anlatı.

“Hayvan Çiftliği”, yazarın en sevdiğim kitabı değil ama Orwell’i kitlelere tanıtan eseri olması nedeniyle dünya edebiyatında önemli bir yere sahip. Orwell’in 1945’te yazdığı bu kitabı, 80 yıl sonra okuduğunuzda, otoriter rejimlerin uygulamalarının nasıl değişmediğini, anlamını kaybederken varlığını nasıl sürdürdüğünü şaşkınlıkla okuyabilirsiniz.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir